Uzun zamandır yazı kaleme almıyordum(yazı kaleme almak, müthiş bir tabir, güzel hissettiriyor, mesela hemen ışıklar kapanıyor, karanlık, sıcak, çıtırdayan şömine başında salaş bir masada, gaz lambası, biraz şarap, kağıt ve kalem, kalem ama kuş tüyünden, mürekkebe bana bana, duvarlar tuğla, duvarda ressam Bob tablolarından fırlamış bir tablo, kağıt ve kalem, evet kağıt ve kalem demiştim ama oradan devam etmem gerek, kağıt ve kalem, sen ve yazı, yazı ve sen. İçin ve dünyan...İşte gerçek kaleme almak budur, ustalara selam olsun.)
Can Yılmaz, Cem Yılmaz değil, Can, onun abisi, der ki “Bazen yazdığının karalama mı, övgüye değer, tarihe bir not mu? Bilemezsin, senin karalama dediğin değerli bir fikir, adeta bir başyapıt sandığın basit bir karalamadan ibaret olabilir, bunu anlamanın tek yöntemi ise, sunmaktır.” Sanırım ben de daha çok bu yüzden sunuyormuşum yazılarımı. Can abiyle yeni tanıştım ama sevdim. İyi bir yazar ama üşengeç. Yazının en doruğa çıktığı yerde kesiyor, tam harlaması gereken yerde hop sahne kapanıyor, bir ambulans geliyor ve “İskender Abi mektubun sonunu getiremedi, oturduğu sandalyede yığılıp kalmıştı...” diye bitiriyor, kestirip atıyor, damağında bırakıyor yani öyküyü. Bal çalar gibi öykü çalıyor kafanızın içine.
Yazılarım bir süre seri idi, sonra azalarak durma noktasına geldi, yazmaktan üşendiğimden değil. Sonra bu durma zamanlarının da bir anlamı varmış dedim kendi kendime. Tıpkı toprağın nadasa bırakılması gibiymiş, kafanın nadasa bırakılması. İşte yeniden karşınızdayım, çalsın davullar zurnalar oynasın bütün dostlar. Tabii ki prime time’da sürücem yazıyı. Kaymak meselesi.
Gel gelelim bugünkü yazıya
Kimse benim teknoloji bağımlılığımı sorgulayamaz! (Oooo haftalar sonra yazar çok sert girdi!) Dur lan dur sorgulayan da yok zaten. Ama belli olmaz, ya sorguluyorlarsa?!? Yazalım, okusunlar, görelim!
Ben bu ülkeye ilk dokunmatik ekranı getiren adamım! İlk iPhone 29 Haziran 2017 yılında, ilk iPod Touch ise 25 Eylül 2017’de NewYork Apple Store’de satışa sunuldu ve ben onu alıp (iPhone’u kontratsız alamıyordunuz o sebeple telefonsuz olanını yani Touch’ı alabiliyordunuz) uçağa binip yurda dönüş yaptım. Hee amk ipod touch almaya gittim Amerika’ya aldım geldim, daha ucuz oluyor diye. Öyle savruk bir yaşam bizimkisi aynen. Lan yok! WAT işi bizimkisi, ekmek yani, dilimi geliştiricem davası. WAT’ı hala kaleme almadım lan! Ben var ya WAT(Work and Travel)’ı bir kaleme alsam, okuyan Amerika’ya gider, kapıları zorlar, programı direk satarım! Üstelik bunu ballandırarak değil, yani “Oğluuuum kızlar teklif ediyor laaan!!!” diyerek değil, gayet sokup çıkartarak yaparım, yapmışlığım da vardır, soora anlatıcam). Naptık, ipod touch’ı aldık geldik. Otobüste(burası biraz trajik, Amerika, Apple, Uçak’tan sonra otobüs hoş olmadı ama) iki parmağım ile fotoğrafı büyüttüğümde gözleri teknolojik cihazımda olan yanımda duranların kafalarında çorum leblesi kavuruyorlardı. Dipleri düşüyor, cihazı ellerine almak, ona bir kere dokunabilmek için türlü türlü bahaneler üretiyorlardı. (Lan yok lan, “Nasıl oluyor şimdi bu cihaz?” diye dalıyorlardı emmi gibi) Bunlar aynı zamanda maaşlarının 3 katını bir telefona verebilecekler oluyorlardı. Evde zeytini olmayan tipler “Laptop yok! Laptop lazım!” diye ağlayan tiplerdi. Neyse gelelim bugüne, bugünlere, şimdilerde elimde ekranı kırık bir General Mobile Discovery ile yaşam sürüyorum ama bu tamamen işlevselliğe olan bağlılığımdan. Yoksa inan sana değil kastım, teknoloji ile selamı kesmişliğim yok yani. He nedir işlevsellik? Şudur:Ana ekran, bir browser(bunun içinde twitter, facebook filan açıyorum) instagram, whatsapp ve İETT’nin Mobiett programı, saat. Bitti. Bunlar benim yaşam destek ünitem, bunlar çalışıyor mu? Like alıp Like verebiliyor muyum, tamam. Yoksa bazen şöyle şeyler de olmuyor değil değil kafamın içinde...
Kendimi evde koltukta otururken elimde note 8 ve S pen'i ile hayal ediyorum. Hemen yanı başımda bir fiskos masa, üzerinde güzel kokan bir canlı çiçek, bir kitap, yok Kürk Mantolu Madonna değil, başka bir şey kitap. Pencere yarı açık, perde dalgalanıyor usulca, temiz taze bir nefes... Hava da güzel... Email filan okuyorum; böyle “The main purpose of this new design is open up a path for the installation” diye yada aynı üslupta bir email kasıyorum filan sonra instagramda halamın gözleme fotolarını like'lıyorum, aşure yapmış bir arkadaşımın eşi onun altına “Bize yok mu!?!” yazıyorum, akşamına düğünden düğüne görüştüğüm uzak bir akrabanın rakı masası fotoğrafının altına salça oluyorum “Vaay bizsiz hea!”, o da yanıt veriyor aynı samimiyetsizlikle “Buyur gel kardeşim her zaman!” (Ama rakı bitti, boş gelme, bulabiliyorsan beyaz peynir de al, koç filan...) Kahve mi yudumluyorum. Kahve mi? Masa betiminde kahve yoktu ki? Uyanık ol okuyucu uyanık! Kalkıyorum bir kahve suyu koyuyorum...
Reklamlarda görüyorum özeniyorum filan, S Pen ile şahaneler yapıyorlar, ordan onu alıyorlar, kesiyorlar biçiyorlar, onu oraya koyuyorlar, grafikler, alım, satım filan... Müthiş. LAn bunlar nasıl işlerde çalışıyorlarda böyle şeyler yapmaya gerek duyuyorlar, hayır peki ben böyle bir işi yapmıyorsam neden böyle bir telefonu alayım. Sınırları kaldır diyorlar, noluyor abi, metrobüs kapılarını zorlarken neyin sınırlarını kaldırıyoruz? Almalı mıyım böyle bir telefonu. S Pen?
Geçenlerde bir arkaşımda gördüm, S-Pen kullanıyordu, keyifle. “Ne yapıyorsun dayı oğlu?” dedim ekranına izinsiz kafamı uzatarak. Gazete manşetinden bir kadın ünlünün fotoğrafını çekmiş, kesmiş, bıyık yapıyor, bana da dönerek “Gavur yapıyor ya!” diyor elindeki icadı gösterek.
Arka cebimden ekranı kırık General Mobile Discovery’mi çıkartıyorum, ona sarılıyorum ağlıyorum...