20 Ekim 2015 Salı

Karanlık Korkusu

      Çocukluğumdan beri korkarım karanlıktan; hala da geçmek bilmedi o ense kökünde uçuşan kelebek hissi. Kimsin olum sen! Ne istiyorsun! Sigigit! 

       Şimdi bunun derinine inelim...

     Sobalı evlerde soba tek odada yanar, - hadi yaaa, demek bir odada yanar, biz beş odada birden yanar diye biliyorduk!- taam lan taam vurmayın, yazılarım önümüzdeki yüzyıla yayılacağı için bu gibi detayları geçmem gerekir, belki ileride çocuklar karanlık korkusunu yenecek ve yazılarım bilimsel bir araştırmanın kaynağ... kestik, ne diyordum diğer odalarda g*ötünüz donardı! Mutfaktan su almaya gideceksen veya tuvalete gidip geleceksen soba yanan oda var ya hani, onun kapısını kapalı tutman gerekiyor her daim! Öyle açık bırakayım, kuşlar gibi seke seke işimi göreyim geleyim, oh ne güzel memleket yok! Elin arkaya gidecek. O kapı ya kapanacak ya da ka-pa-tı-la-cak! Ondan sonrası mı? Ondan sonrası karanlık, yapayalnızlık, bilim-kurgu, aşk, nefret, ihtiras... Hele birde sobalı odadan çıkıp gideceğin bir diğer noktaya varana kadar ki ışığın düğmesi gezegenin öbür ucundaysa kendini uzay boşluğunda sanmıyor musun? (Sanıyorsunuz di mi? Yani bunu sanan bir tek ben değilim? He? Hı?) Uzay demişken ben annem ve babamı uzaylı sanırdım(Hadi ama hangimiz sanmazdık ki o dönem!). Sobalı odanın kapısını kapattığımda onlar uzaylı birer yaratığa dönüşüyor, işimi bitirip salona döneceğimde ise, kapı koluna dokunmamdan anlayıp babam için bıyıklı ve göbekli bir insana, annem için sıkma baş eşarp bağlayıp örgü ören bir kadına dönüşüyorlar olarak kurgulardım. Hatta bir tık daha ileri gidip kapı koluna dokunmamda saniyeler öncesini bilebiliyorlardı kesin o arada dönüşüyorlardı diye düşünürdüm. Zaman sonuçta görelilik kuramı diye bişey var ama ben bunu o yaşlarda nasıl kurgulardım bilmiyorum. Yıllar sonra bu sanrıdan kurtuldum ancak karanlık korkum devam etti... 

    Evden karanlıkta çıkıp işe gitmekten, eve karanlıkta dönmekten korkuyorum, öyle ense kökümde uçuşan kelebek hissi gibi değil bu kez ama işte korkuyorum, ulaşabileceğim bir düğme de yok gün aydınlansın ama aymıyor artık ve bahara kadar böyle olacak aymayacak.

   Karl Marx'ın da dediği gibi, bilemiyorum gerçekten demiş midir ama hayali bile güzel, üniversite yıllarımda devrimci bir arkadaştan duymuştum, "Günde 8 saat çalışıcaz, sonra çocuklarımız ile balık tutmaya gidicez." iyi güzel diyorsun da Karl'ım Marx'ım uzun süren metrobüs yolculuklarını nasıl yapıcaz? Beylikdüzü'nde oturan insanları ne yapıcaz asıl? 

     Bağlıyorum.

    Neyse ki doğalgaz bulundu, kombi icat oldu, radyatörler geliştirildi de artık oda kapıları ardına kadar açık, hiç bir çocuk anne babasını uzaylı sanmayacak, karanlıktan korkmayacak.

   

Şimdi buraya Umut Sarıkaya'nın en baba karikatürünü bırakıyorum, saatlerce bakıp detay üstüne detay, ayrıntı üstüne ayrıntı yakalayın.

3 yorum:

  1. Içinde yaşadığımız dönem ' Balık tutmaya giden babalar ,anneler ve çocuklarını ' yalnız bıraktı. Yani demem o ki ; Sen ben nah gideriz afferdirsen de müdürüm o balıklara...

    YanıtlaSil
  2. Naber'leri alıyorsun değil mi bir Umut Sarıkaya'cı olarak:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umutcuğum yeaa 3 ayda bir çıkmasa iyi dergi aslında mih mih.

      Sil