Yaza veda ettiğimiz, etmek üzere olduğumuz, mont beni beni
dediğimiz diyeceğimiz şu günlerde sizler ile yazlık travmamı paylaşmak isterim.
Okulu oldum olası hep sevdim, okumayı sevdim, okudum,
okuttum da(serde öğretmenlik de var tabi, atanamasak da, tamam lan tamam
ağlamıyoruz atayın bizi diye ama yazıklaaaar olsun böyle sisteme birinci
öğretimlerin atanamadığı bölümlerin ikinci öğretimleri var, bu ne demek biliyor
musunuz? S*ktir edin dalganıza bakın demek. Uzatmıyorum! ) bir gün olsun şu gün
de okula gitmeyeyim, üniversite için, kahveye gideyim batak oynayayım demedim
elhamdülillah veya “Sen benim yerime imza at kanka; ben 3. Derse doğru gelicem”
demedim, lise için, dışardaki cafelerde
oturup aval aval bakınmadım, ortaokul için kantinde oturup da derse girmemezlik
yapmadım. En çılgınca yaptığım şey ilkokulda tenefüste tuvalette bekleyerek,
hocadan 3-4 dk en fazla 5dk sonra sınıfa girmektir, pardon hocam. Ben okumak
için, ailem okutmak için her şeyi yaptı sağolsunlar(Oscar törenlerinde gibi
hissettim lan “First of all i would like
to thank my mother and father, hi dad”) fakat okul, okul hayatı çetrefilliydi.
Eksikler hiç bitmezdi, yakamı da bırakmazdı. (Yazının bu
kısmından sonra yazar daha çok ortaokul dönemini gözler önüne serecektir.) Kaleminden
yazlığına kadar eksiklik doluydu nunakodumunun okulu! (Geliyorum geliyorum az
daha durun) bu eksikler ihtiyaçtan dolayı duyulan eksiklikler değildi, mahalle
baskısının eksiklikleriydi. Rotring kalem, tikky kalem, faber castell silgi,
tombo uç, 2B, pastel boyalar, sulu boyalar, guaj boyalar(İki dağın arasından
akan bir ırmak, bir dağ evi, bir güneş, iki bulut çizmek için g*ötümüzü yırttık
durduk)...Bunlar çok ekstreme(Niye ingilizce kelime kullanıyorsam, uç şeylerdi
beyler bayanlar uç şeylerdi) şeylerdi, şimdi ki gibi Çin malı değildi bunlar ve
hali ile ucuz hiç değildi. Servis parandan kasarsın, patates ekmeğinden
kasarsın, bir defteri arkalı önlü kullanıp iki defter yerine(ortasını da ayrı
bir defter olarak kullanan arkadaşlarım da vardı benim) tek defter kullanır,
kasarsın, ve tüm bu eksikleri karşılamaya çalışırsın. Tüm bunlar bir şekilde
giderilirdi de yazlık? Yazlık abi yazlık? Lanet olası yazlık? Evdekilere gidip de "Baba ben yazlık istiyorum" diyemezdin ya, adam kendini içkiye verir, "Oğluma bir yazlık alamıycak mıyım ben, kaç para lan bir yazlık!" diye dertlenir dururdu. Geldim geldim
silin gözyaşlarınızı! İbrahim Tatlıses filmleri de artık izlemeyin.
Okul kapanışlarını ve açılışlarını, yeni sezon sonlarını ve başlangıçlarını,
hiç mi hiç sevmezdim. Tiskinirdim, çünkü
herkes yazlığa gidecek veya yazlıktan gelmiş oluyordu. Ortaokulum zengin bir
muhit olan Bakırköy’de bulunuyordu ve biliyorsunuz Bakırköy zengin ve
gösterişli bir semtidir İstanbul’un ve okulda okuyan hemen hemen tüm
öğrencilerin yazlıkları vardı. Müjdelerin, Baharların, Ebruların, Aslıların,
Mervelerin, Hakanların, Lemilerin, Burakların, hepsinin ama hepsinin yazlıkları
vardı. Yasin vardı en iyi arkadaşım, karneleri aldıktan sonra yazın ne
yapacaksın dedim “Yazlığa gideriz biz kardeşim” dedi. İşte bu beni bitirmeye
fazlası ile yeterdi. Daha fazla elimde
karne ayaküstü sohbet etmeyecektim ve kimse ile de vedalaşmayacaktım. O gün
servisler de çalışmıyordu, otobüs durağına doğru yol aldım, acı ile, gam ile,
keder ile. Yaz başlar okul biter, nereye nereye nereyeler bitmezdi; yaz biter,
okul başlar, nerdeydin, nerdeydin, nerdeydinler bitmezdi. Anusuna kodumunun dünyasında
herkesin yazlığı vardı bizim bir evimiz dahi yoktu!
Neyse, blog aracılığı ile cevap vereyim ben yine de; köydeydim
güzel arkadaşlarım ben, köyümdeydim, ırmak kenarındaydım ve balık tutardım. Bu.
Beni okudunuz, teşekkür ederim sizi seviyorum.
Şimdi de Rammstein'den Ich Will diyelim
https://youtu.be/EOnSh3QlpbQ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder