İzin verin size askerlik ile ilgili bir anımı anlatayım,
aslında pek anı sayılmaz çünkü başından sonuna saçmalıktı. Okumanızı da tam tavsiye etmem(Beklentiyi de şöyle bi düşüreyim)
Tarih 1 Ağustos 2009, lisans mezunları için(4 yıllık
fakülte) yersiz bir sınav, kazananın mı asteğmen(1 yıl boyunca rütbeli paralı
askerlik gibi düşünebilirsiniz bunu, aynen üstüne para veriyorlar) yoksa
kaybedenin mi asteğmen olacağı ya da
kazananın mı 5 ay kısa dönem er(düz asker, ot yolan, çöp döken, tuvalet
temizleyen, bulaşık yıkayan, yemek dağıtan düz asker) kaybedenin mi 5 ay kısa
dönem er olacağı o güne kadar sınava girenler arasında bir paradoks aslında girmeyenler
arasında da paradoks , “Lan ben sınava girmiyim 5 ay gideyim geleyim” de yok,
mecburen gireceksin o sınava, neyse canım zaten askerlik başlı başına bir
paradoks değil mi? Ne gerek var silaha, cana kast etmeye?
Gece yarısı sınava girmek üzere 5’te yola çıktık, saat 6 da
sınav yerindeydik ve ben o saatte daha önce öyle bir kalabalık görmedim!
Karışıklık olmalıydı, bunlar kesin uzun dönem askerlik(doğrudan 15 ay yapacak
olanlardan bahsediyorum burada, o zaman 15 aydı askerlik, şimdi 12 aya düştü)
yapacak olanlardır, bizimle ne alakası var canım! Yoktu, karışıklık yoktu, her
şey olması gerektiği gibi mantıklı mantıksızlığına(askeriyede mantık
aramayacaksın, evrensel bir kural, bu ne demek “Kafanı kullanmayacaksın, hali
ile düşünmeyeceksin, e düşünmediğin gibi de yorulmayacaksın, yorulmazsan boş
boş uyumak istersin, e sürekli uyumak istersen yargılamazsın da, yargılamazsan
sana istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz, başka bir deyişle ya ne gerek var
canım biz senin yerine düşünüyoruz” demek) uygun olarak ilerliyordu, herkes
lisans mezunuydu ve benim de biraz sonra girecek olduğum sınav için oradaydı. 100’erli
sıralar halinde içeriye almaya başladılar, 100’er 100’er evraklar(Kim ne mezunu,
ne iş yapar, yabancı dili var mı, nedir necidir gibi gibi) teslim alındı,
100’erli kantin için mola verildi, 100’erli sınav salonuna alınıp’ 100’ünün de
sınavının aynı anda bitirip, dağıldığı muhteşem bir yaşam formu deneyimi
yaşadık. Sınav 10 Ağustosta açıklanacaktı(12 Ağustos’tada birliğe katılman
gerekiyordu)...Artık asker sayılırdım, düğmemin kopması 6 aydan başlıyormuş,
herkes akıllı olacaktı artık! Kim bilir belki de en büyük asker bendim? Belli
olmaz.
Eee peki 10’una kadar ne yapacaktım lan ben? Tatil yapayım
bari ne yapayım boş boş İstanbul’da. Memlekete gittim. Canım köyüm.
Tarih 9 Ağustos 2009’u 10 Ağustos 2010’a bağlayan gece
yarısı yoldan yeni dönmüşüz(Anne Babamla gitmiştim de tatile), saatler gece
yarısı 23:00, sonuçlar açıklandı açıklanacak, ufaktan silahlı kuvvetlerin
sitesinde yerimi alayım dedim. Nereye yerini alıyorsun! 100’erli 100’erli
sınava girdiğini unutuyorsun! Site yüklenmeden dolayı kilit! Saat 00:00, site
hala kilit, anne ya, baba ya, siz yatın beklemeyin valla bak, Ankara olur,
İzmir olur, Antalya olur, şeyapmayın öyle fazla. Peki, iyi geceler...
00:30 ben siteye haala giremezken telefonum çalar, arayan
İsmail’dir. Liseden, o da gidecek askere. “Aydın T.C numaranı ver ben bakayım.”
Aaa öyle miydi, ne güzel, bak tabi güzel kardeşim, bak tabi güzel insan.
“Tunceli diyor Aydın” dedi İsmail. Tunceli! Hmm TUNCELİ! Demek TUN-CE-Lİ! T U N
C E L İ! Telefonu kapattım. Annem uyandı, "Neresi belli oldu mu? dedi.(Korkuyordum). Bakmayın
böyle biraz trajikomik anlattığıma, hadi söylesene annene “Tunceli” diye.
İsmail bana bir çırpıda söyledi, söyleyebildi. Hadi annene söylesene?
Söyleyebilir misin? Söyleyemezsin! “Daha belli olmamış anne, sen yat sabaha
belli olur artık.” Annem uyudu. Bir gece daha uyuttum onu. Gurur duydum bu
yalanımdan. Ya ben? Ben nasıl uyuyacaktım, daha doğrusu uyuyabilecek miydim?
Sabah oldu. Geceyi kurarak geçirmiştim, kurdum durdum kafamda. Babam da
uyanmıştı annem de. Mutfaktaydılar, kahvaltı hazırlanıyordu, güzel bir kahvaltı
yapılacaktı. Odadan çıktım, yanlarına gittim, ikisine birden tıpkı bir gerzek
gibi sarılıp ağlaya ağlaya “Tunceli” demiştim. Dağıldık... Annem fasulye kırdı
ağlayarak, babam işe gitti.
Ben mi, ben kahvaltı
yapmayacaktım o gün, geceden kafaya koymuştum tekele gitmeyi. Bira aldım geldim,
Kırmızı Tuborg. Sigara da almıştım tabi, Camel soft. İki gün içerisinde Elazığ’da olmam, oradan da
askeri konvoy ile Tunceli’ye gitmem gerekiyordu. Peki nasıl gidecektim? Gitmese
miydim? Lan ben İngiltere’ye gidecektim ekonomi üzerine yüksek lisans yapmaya?
O ne oldu? Genelkurmay “Askerlik uzayabilir” açıklaması yapmıştı, biz de ne
olur ne olmaz dedik işi gücü bırakıp askere gittik! Aman ne askerlik!
Tunceli’deyiz. Herkes
şaşkın, herkesin aklında tek soru “Benim ne işim var burada?”, tabi kimse bunu
dile getirmiyor, gözlerinden anlıyorum ben. Herkes orda oğlum! Avukatı da ordaydı, akademisyeni de ordaydı, mühendisi
de ordaydı, akademi mezunu polisi de oradaydı, açıköğretim mezunu(4 yıllık
lisans) da orda, ama onlar kendilerini hemen belli ediyorlardı o ayrı, herkes
oradaydı işte ama fiziken! Ruhen ve
aklen sanırım kimse yoktu.
Bitti bitti bağlıyorum, 45 gün Tunceli merkezde kaldık,
oradan kura ile Tunceli’nin karakollarına dağılacaktık - dağ karakolları da
vardı helikopterler ile gidilen, askeri
konvoy ile ulaşılabilecek karakollar da vardı.(Torpili olanlar Tunceli merkezde
kalacaklardı, kesin bilgi yayalım). Ama önce bişeyler öğrenmeliydik di mi?
Karakolu koruyacaksın lan! Boş boş gidilir miydi karakola! Ayıplarlar adamı
yemin ediyorum! Açık konuşmam gerekirse bi
b*ok da öğrenmedik, bize 45 günde 5 kurşun attırdılar, sadece 5. Yazı
ile beş, BEŞ, B E Ş! Ben tabi 5 ini de vuramadım. Silahın, o metalin
soğukluğunun, kan donduran soğukluğunun, tetiğe bastığında karşındakinin canını
alabileceğinin korkunç gerçekliğine girmeyeceğim. 45. Günün gecesinde apar topar
kamuflajlarımızı giydirip bizi kuraya götürdüler, artık karakolum da belliydi,
askeri konvoy ile karakoluma gidecektim, helikopter ile değil. Torpilliler mi?
Onlar kura çekmedi. Onlar kalacaktı, ölmeyeceklerdi onlar yani.
Karakoldayız. Bize iki gün güzel baktılar; allah için
baktılar. Magnum dondurma da çıkıyordu yemekte, Kutu Coca Cola da. Sonrası?
Sonrası nöbet, hep nöbet ama öyle 2 saat nöbet tut gün içinde sonra yat yok. 2
saat nöbet, 2 saat dinlen, sonra 2 saat nöbet,
sonra 2 saat daha dinlen ve son 2 saatlik nöbet serini tamamla ve
yat. Akşam 6’dan sonraki günün sabah
6’sına kadar böyle gitti. Nöbet ama nasıl nöbet, gece zifir karanlığında taşın
taş üstüne konarak yapıldığı, 180cm boyunda ilkel karanlık bir klübede, 190’lık
benli bir nöbet! Nöbet ama ne yapman gerektiğinin komutanlarınca bilgisinin
verilmediği bir nöbet. Nereye bakıcam, düşman uns
uru nereden gelecek,
geldiğinde ben ne yapacağım, sıkacak mıyım(o panik halinde bak sıkarsın, o
silahın(G3) kurma kolunu çekebiliyor musun bak bakalım!) yoksa telesizle haber
mi vereceğim, eee peki telsiz nerde lan! Yok abi bu böyle olamazdı, silahlı
kuvvetler bu kadar boş bırakamazdı bu karakolu, kaldı ki karakol içerisinde
komutanların lojmanı, eşleri, çolukları, çocukları vardı. Kesin yüksek
teknoloji bişeyler gizli olarak karakolun etrafını çevrelemişti, ne bileyim
manyetik bir alan, veya sensörler, ne bileyim en olmadı tellere elektirik! Peki
ya bunların hiç biri yoksa? Gece zifir karanlıkta adam(terörist) gelip kafamızı
kesse, alıp gitse kafamızı? Yoksa böyle bu askerlik biter miydi lan! Bitsindi! (
He bu arada terör olaylarının yaşandığı bölgelerde çarşı izinleri yoktur. Yani
haftasonu olsa şöyle bi çarşı yapayım, bi kafamı dağıtayım falön yok, her gün
askeriyedesin, dışarısı diye bişey yok bu sebeple hayallerin de “Ulan şimdi şu
yoldan geçen kamyonun şoförü olsam, şu baraj inşaatında çalışan işçi olsam, şu
kuş olsam uçsam gitsem” gibi gözünün gördüğü sınırlar içerisinde oluyor.) Bitmiyordu! Ben bitiyordum, o bitmiyordu, sanki senelerdir oradaydım, oraya aittim, demirbaştım. Fakat gerçekten bitsindi.
Bağladım. Her an namlunun ucundaymışsınız gibi nefes
aldığınızı hayal etsenize, bir sonraki nefesinizin bir kurşun çığlığının
ardından kesileceğini? Öyle aham şaham bağlayamasam da bağladım. İlk en uzun yazımdı, bence güzel bağladım. Hem beklentileri de ilk başta aşağı çekmiştim
Daha
fazla gençlerimiz ölmesin. Barış! Ne zaman? Hemen! Şimdi! Sevelim sevilelim, bu
dünya kimseye kalmaz.
Ne
tuhaf lan! Oğluma ballandıra ballandıra anlatacağım bir askerlik hikayem bile
yok! Ama anlatacak daha güzel hikayelerim var... Olacak! Güzel günler de olacak.
Şimdi Yaşar Kurt'tan Korkuyorum Anne diyelim.
https://www.youtube.com/watch?v=GfuyqGTDL80