"Neyin var?" diye sordu yine doktor.
"Türkü söyleyemiyorum" dedim.
"Neden şarkıcı mısınız?" diye sordu hemen peşinden yüzüme bakmadan.
"Yoo" dedim, "Bizi kurtaracak tek şey müzik ve sanat da ondan." diye ekledim...
B*k ekledim nereye ekledim!
Efenim ülkenin içinde bulunduğu hal ve ahval malumunuz. (Atatürk'ün Nutuk'una girdiği gibi girdim resmen: 1919 yılı Mayıs'ını 19'unca günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir...) Ne diyordum ülkenin içinde bulunduğu durum. Bundan önce siz sevgili okuyuculara bir soru soram: Kalbi olmayan var mı? Hayır bende var da ondan soruyorum, yani ben öyle sanıyorum, birazdan anlatacaklarım bununla ilgili. Ülkenin içinde bulunduğu duruma değinmeyeceğim. Hepimizin şurasına bir fil yavrusu oturmuş, omuzlarına da bir maymun oturtmuşlar gibi.
Kardiyoloji servisindeyiz (Gözünde süpersonik bir hastane canlanmasın, devlet hastanesindeyiz!), -bu genç yaşımızda! -bakalım bugün yazmaya dair neler çıkacak karşıma, bi kere yaşlılar kesin çıkacak karşıma, 37 ekran LCD monitörde adı listede bekleyenler sırasında olmasına rağmen doktorun kapısının önünde bekleyecek gereksiz yere kalbi tetikletecek teyzeler, emmiler kesin olacak, onlar öyle görmüş geçirmişler, yapacak bişey yok. El işini örgüsünü almış gelmiş beklerken harcayacağı zamanı değerlendiren canım teyzeler de orada olacak. Ben yerimi alayım oturayım aga, adım da listede aslanlar gibi, sıram geldimi gider muayenemi olurum babalar gibi; kapının önünde kim varmış kim yokmuş kralını tanımam, tanımam da! Düzenli spor yapmamıza, dengeli beslenmemize rağmen(tamam bol şekerli kürt böreklerini saymazsak) bu genç yaşımızda kardiyoloji servisinde olmak da ne bileyim tüm uzmanların gelmişine geçmişine sövdürmüyor değil, değil. Konduramıyor, yakıştıramıyor insan kendine. Tüm bunların üzerine yaşlıların gözlerini dikmiş "Vah vaaaah, dağ gibi çocuk, kardiyoloji servisi, allah beterinden saklasın" bakışları yok mu! Olmuyor işte olmuyordu. Neyseki yalnız değildim, sağımda ve solumda bir kaç genç daha vardı. İnsan bu gibi durumlarda avunmak için kendinden beterini arıyordu işte. "Siz de mi kalp?" diye sorduğumda "Yok biz cildiye!" dediler "Deli misin sen bu genç yaşımızda ne işimiz var bizim" gibi bir bakış attılar. Hüzünlendim. Muhabbet de açamadım. Öyle ayrıldık onlardan. Heh işte sıram geliyordu, benden önce giren kişi 3dk durmadan çıktı dışarı, şüphelendim, madem bişeyin yok ne diye sağlık sistemini tıkıyorsun! di mi? Kapıdan çıkar çıkmaz sordum "Neyin varmış?" "Bişeyin yok senin" demiş doktor, göndermiş. Ne güzel! Bişeyi yokmuş. Huzurla hayatına devam edebilir. İçerdeyiz. "Neyin var?" dedi doktor. Nasıl anlatayım lan şimdi, böyle şey, kalbim, kafasını sallayarak önündeki kağıda bakıyordu, her an "Bişeyin yok senin s*ktir git burdan! S*ktir git!" diyecek diye de düşünmüyor değilken bir yandan da kalbimi anlatmaya çalışıyordum. Lan nasıl anlatıcam olanları! Öncelikle dedim her zaman olmuyor, bazen haftada 3-4 gece, bazen metrobüste, mesela randevuyu aldığım 10 gün önce fenaydı, 10 gündür henüz uğramadı, kalbim böyle işte nasıl diyeyim kelebekler gitmiş gib... demeden "Bir EKO çektirelim" dedi.
EKO'dayız: Yine ortalık yaşlı dolu, yahu dalga geçtiğimden değil, biz de görücez o günleri de işte dedim ya insan kendine konduramıyor arkadaşlar. EKO sonuçları haftasonuna denk geldiği için 4 gün sonra öğrenecektik.
4 gün güzel uyudum allah için, araya doğumgünü girdi çocuğun, bi güzel yedik içtik de oh, ama sonucunu merak da etmiyor değildim. Ben istiyordum ki doktor bana "Ya sen bu şekilde 90'ı görürsün ya deli misin ne kaygı yapıyorsun!" desin.
4 gün sonra: "Bişeyin yokmuş senin!" dedi doktor ve yol verdi. Şimdi o ilk gün 3dk'da çıkan kişiyi çok iyi anlıyordum.
Ama öyle değildi.
Bu mu yani doktor? Bişeyim yok muymuş? Bişeyin yok senin deyince bişeyin olmuyor olmuyor doktor!
Beni okudunuz, teşekkürler.