8 Eylül 2015 Salı

Ah İsmail Ah!

   İzin verin size askerlik ile ilgili bir anımı anlatayım, aslında pek anı sayılmaz çünkü başından sonuna saçmalıktı. Okumanızı da tam tavsiye etmem(Beklentiyi de şöyle bi düşüreyim)

  Tarih 1 Ağustos 2009, lisans mezunları için(4 yıllık fakülte) yersiz bir sınav, kazananın mı asteğmen(1 yıl boyunca rütbeli paralı askerlik gibi düşünebilirsiniz bunu, aynen üstüne para veriyorlar) yoksa kaybedenin mi  asteğmen olacağı ya da kazananın mı 5 ay kısa dönem er(düz asker, ot yolan, çöp döken, tuvalet temizleyen, bulaşık yıkayan, yemek dağıtan düz asker) kaybedenin mi 5 ay kısa dönem er olacağı o güne kadar sınava girenler arasında bir paradoks aslında girmeyenler arasında da paradoks , “Lan ben sınava girmiyim 5 ay gideyim geleyim” de yok, mecburen gireceksin o sınava, neyse canım zaten askerlik başlı başına bir paradoks değil mi? Ne gerek var silaha, cana kast etmeye?

    Gece yarısı sınava girmek üzere 5’te yola çıktık, saat 6 da sınav yerindeydik ve ben o saatte daha önce öyle bir kalabalık görmedim! Karışıklık olmalıydı, bunlar kesin uzun dönem askerlik(doğrudan 15 ay yapacak olanlardan bahsediyorum burada, o zaman 15 aydı askerlik, şimdi 12 aya düştü) yapacak olanlardır, bizimle ne alakası var canım! Yoktu, karışıklık yoktu, her şey olması gerektiği gibi mantıklı mantıksızlığına(askeriyede mantık aramayacaksın, evrensel bir kural, bu ne demek “Kafanı kullanmayacaksın, hali ile düşünmeyeceksin, e düşünmediğin gibi de yorulmayacaksın, yorulmazsan boş boş uyumak istersin, e sürekli uyumak istersen yargılamazsın da, yargılamazsan sana istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz, başka bir deyişle ya ne gerek var canım biz senin yerine düşünüyoruz” demek) uygun olarak ilerliyordu, herkes lisans mezunuydu ve benim de biraz sonra girecek olduğum sınav için oradaydı. 100’erli sıralar halinde içeriye almaya başladılar, 100’er 100’er evraklar(Kim ne mezunu, ne iş yapar, yabancı dili var mı, nedir necidir gibi gibi) teslim alındı, 100’erli kantin için mola verildi, 100’erli sınav salonuna alınıp’ 100’ünün de sınavının aynı anda bitirip, dağıldığı muhteşem bir yaşam formu deneyimi yaşadık. Sınav 10 Ağustosta açıklanacaktı(12 Ağustos’tada birliğe katılman gerekiyordu)...Artık asker sayılırdım, düğmemin kopması 6 aydan başlıyormuş, herkes akıllı olacaktı artık! Kim bilir belki de en büyük asker bendim? Belli olmaz.
Eee peki 10’una kadar ne yapacaktım lan ben? Tatil yapayım bari ne yapayım boş boş İstanbul’da. Memlekete gittim. Canım köyüm.

   Tarih 9 Ağustos 2009’u 10 Ağustos 2010’a bağlayan gece yarısı yoldan yeni dönmüşüz(Anne Babamla gitmiştim de tatile), saatler gece yarısı 23:00, sonuçlar açıklandı açıklanacak, ufaktan silahlı kuvvetlerin sitesinde yerimi alayım dedim. Nereye yerini alıyorsun! 100’erli 100’erli sınava girdiğini unutuyorsun! Site yüklenmeden dolayı kilit! Saat 00:00, site hala kilit, anne ya, baba ya, siz yatın beklemeyin valla bak, Ankara olur, İzmir olur, Antalya olur, şeyapmayın öyle fazla. Peki, iyi geceler...

00:30 ben siteye haala giremezken telefonum çalar, arayan İsmail’dir. Liseden, o da gidecek askere. “Aydın T.C numaranı ver ben bakayım.” Aaa öyle miydi, ne güzel, bak tabi güzel kardeşim, bak tabi güzel insan. “Tunceli diyor Aydın” dedi İsmail. Tunceli! Hmm TUNCELİ! Demek TUN-CE-Lİ! T U N C E L İ! Telefonu kapattım. Annem uyandı, "Neresi belli oldu mu? dedi.(Korkuyordum). Bakmayın böyle biraz trajikomik anlattığıma, hadi söylesene annene “Tunceli” diye. İsmail bana bir çırpıda söyledi, söyleyebildi. Hadi annene söylesene? Söyleyebilir misin? Söyleyemezsin! “Daha belli olmamış anne, sen yat sabaha belli olur artık.” Annem uyudu. Bir gece daha uyuttum onu. Gurur duydum bu yalanımdan. Ya ben? Ben nasıl uyuyacaktım, daha doğrusu uyuyabilecek miydim? Sabah oldu. Geceyi kurarak geçirmiştim, kurdum durdum kafamda. Babam da uyanmıştı annem de. Mutfaktaydılar, kahvaltı hazırlanıyordu, güzel bir kahvaltı yapılacaktı. Odadan çıktım, yanlarına gittim, ikisine birden tıpkı bir gerzek gibi sarılıp ağlaya ağlaya “Tunceli” demiştim. Dağıldık... Annem fasulye kırdı ağlayarak, babam işe gitti.

   Ben mi, ben kahvaltı yapmayacaktım o gün, geceden kafaya koymuştum tekele gitmeyi. Bira aldım geldim, Kırmızı Tuborg. Sigara da almıştım tabi, Camel soft.  İki gün içerisinde Elazığ’da olmam, oradan da askeri konvoy ile Tunceli’ye gitmem gerekiyordu. Peki nasıl gidecektim? Gitmese miydim? Lan ben İngiltere’ye gidecektim ekonomi üzerine yüksek lisans yapmaya? O ne oldu? Genelkurmay “Askerlik uzayabilir” açıklaması yapmıştı, biz de ne olur ne olmaz dedik işi gücü bırakıp askere gittik! Aman ne askerlik!

   Tunceli’deyiz.  Herkes şaşkın, herkesin aklında tek soru “Benim ne işim var burada?”, tabi kimse bunu dile getirmiyor, gözlerinden anlıyorum ben. Herkes orda oğlum! Avukatı  da ordaydı, akademisyeni de ordaydı, mühendisi de ordaydı, akademi mezunu polisi de oradaydı, açıköğretim mezunu(4 yıllık lisans) da orda, ama onlar kendilerini hemen belli ediyorlardı o ayrı, herkes oradaydı işte ama  fiziken! Ruhen ve aklen sanırım kimse yoktu.

   Bitti bitti bağlıyorum, 45 gün Tunceli merkezde kaldık, oradan kura ile Tunceli’nin karakollarına dağılacaktık - dağ karakolları da vardı  helikopterler ile gidilen, askeri konvoy ile ulaşılabilecek karakollar da vardı.(Torpili olanlar Tunceli merkezde kalacaklardı, kesin bilgi yayalım). Ama önce bişeyler öğrenmeliydik di mi? Karakolu koruyacaksın lan! Boş boş gidilir miydi karakola! Ayıplarlar adamı yemin ediyorum! Açık konuşmam gerekirse bi  b*ok da öğrenmedik, bize 45 günde 5 kurşun attırdılar, sadece 5. Yazı ile beş, BEŞ, B E Ş! Ben tabi 5 ini de vuramadım. Silahın, o metalin soğukluğunun, kan donduran soğukluğunun, tetiğe bastığında karşındakinin canını alabileceğinin korkunç gerçekliğine girmeyeceğim.  45. Günün gecesinde apar topar kamuflajlarımızı giydirip bizi kuraya götürdüler, artık karakolum da belliydi, askeri konvoy ile karakoluma gidecektim, helikopter ile değil. Torpilliler mi? Onlar kura çekmedi. Onlar kalacaktı, ölmeyeceklerdi onlar yani.

   Karakoldayız. Bize iki gün güzel baktılar; allah için baktılar. Magnum dondurma da çıkıyordu yemekte, Kutu Coca Cola da. Sonrası? Sonrası nöbet, hep nöbet ama öyle 2 saat nöbet tut gün içinde sonra yat yok. 2 saat nöbet, 2 saat dinlen, sonra 2 saat nöbet,  sonra 2 saat daha dinlen ve son 2 saatlik nöbet serini tamamla ve yat.  Akşam 6’dan sonraki günün sabah 6’sına kadar böyle gitti. Nöbet ama nasıl nöbet, gece zifir karanlığında taşın taş üstüne konarak yapıldığı, 180cm boyunda ilkel karanlık bir klübede, 190’lık benli bir nöbet! Nöbet ama ne yapman gerektiğinin komutanlarınca bilgisinin verilmediği bir nöbet. Nereye bakıcam, düşman uns
uru nereden gelecek, geldiğinde ben ne yapacağım, sıkacak mıyım(o panik halinde bak sıkarsın, o silahın(G3) kurma kolunu çekebiliyor musun bak bakalım!) yoksa telesizle haber mi vereceğim, eee peki telsiz nerde lan! Yok abi bu böyle olamazdı, silahlı kuvvetler bu kadar boş bırakamazdı bu karakolu, kaldı ki karakol içerisinde komutanların lojmanı, eşleri, çolukları, çocukları vardı. Kesin yüksek teknoloji bişeyler gizli olarak karakolun etrafını çevrelemişti, ne bileyim manyetik bir alan, veya sensörler, ne bileyim en olmadı tellere elektirik! Peki ya bunların hiç biri yoksa? Gece zifir karanlıkta adam(terörist) gelip kafamızı kesse, alıp gitse kafamızı? Yoksa böyle bu askerlik biter miydi lan! Bitsindi! ( He bu arada terör olaylarının yaşandığı bölgelerde çarşı izinleri yoktur. Yani haftasonu olsa şöyle bi çarşı yapayım, bi kafamı dağıtayım falön yok, her gün askeriyedesin, dışarısı diye bişey yok bu sebeple hayallerin de “Ulan şimdi şu yoldan geçen kamyonun şoförü olsam, şu baraj inşaatında çalışan işçi olsam, şu kuş olsam uçsam gitsem” gibi gözünün gördüğü sınırlar içerisinde oluyor.) Bitmiyordu! Ben bitiyordum, o bitmiyordu, sanki senelerdir oradaydım, oraya aittim, demirbaştım. Fakat gerçekten bitsindi.

   Bağladım. Her an namlunun ucundaymışsınız gibi nefes aldığınızı hayal etsenize, bir sonraki nefesinizin bir kurşun çığlığının ardından kesileceğini? Öyle aham şaham bağlayamasam da bağladım. İlk en uzun yazımdı, bence güzel bağladım. Hem beklentileri de ilk başta aşağı çekmiştim

Daha fazla gençlerimiz ölmesin. Barış! Ne zaman? Hemen! Şimdi! Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.

  Ne tuhaf lan! Oğluma ballandıra ballandıra anlatacağım bir askerlik hikayem bile yok! Ama anlatacak daha güzel hikayelerim var... Olacak! Güzel günler de olacak.


Şimdi Yaşar Kurt'tan Korkuyorum Anne diyelim.
https://www.youtube.com/watch?v=GfuyqGTDL80

1 yorum:

  1. Emeğine sağlık . Tunceli'de geçen 5 ayı 50 satıra sığdırmak elbette ki mümkün değildir. (Psikolojik olarak değildir )
    Hea askerlik mi ? O da devlet nezdinde ,senin ,benim, onun bir b*k olmadığımızın alenen ispatıdır.

    YanıtlaSil