27 Ekim 2015 Salı

"Sal Gelsin!" Dedi Muharrem

  Tarlalarda top oynayan çocuklara ve onların terleri ile yeşerttiği arsalara...

  Evet zamanda kısa bir yolculuğa ne dersiniz? Kimi zaman bir koku, kimi zaman bir sözcük, kimi zaman bir tad bizleri saniyeler içerisinde zamanda yolculuğa çıkartabilir. Bu yazımda işte tamda bunu deneyeceğim.

  "Sal gelsin!" dedi Muharrem. Zaten bunun dışında pek fazla şey söylediğini hatırlamıyorum saha içerisinde. Saha diyorum ama o aslında bir tarlaydı, üstelik düz bir tarla da değildi, düzlemesine 10-15 derece eğimli bir tarlaydı, yani koşarken biraz yana yatman gerekiyordu. Hüseyin bunu çok güzel yapardı, NBA'in amblemindeki  Jerry West gibi yatarak oynardı. Verdiğin pasın yerini bulmaması topun mahalleye gitmesi demekti. Ama Muharrem "Sal gelsin" diyorsa, salacaksın! İyi de neyi salacaksın? Lan mahallede yeniyiz, terim anlamını bilmediğimiz sözcükler var, neyse alışıcaz. Neyse şunu bağlayıp hikayeye dalayım. Saldın mı topu? Saldın, tamam bırak o top artık goldür. Muharrem böyle bir topçuydu işte.

  Bu mahalleye başka bir mahalleden taşınıp gelmiştik, tasolu, kuyulu(misket'li), baş'lı(misket oyunu), mors'lu(yine misketli), 9 aylık'lı(ilk çıkan Anne'dir, son çıkan Baba! Erkek erkeğe oynanan acımasız oyunlardan bi tanesi), yağlı kayışlı(En son kayışın arkamdan uzanıp yüzümün yarısını kızarttığından beri oynamadım, pes ettim, benden pasoydu, daha fazla yağlı kayış yoktu artık!), dokuz taşlı, yakar toplu, saklambaçlı, birdiribirli, uzun eşşekli, bir başka mahalleden, bir başka mahalleye. Burada da oyunlar değişmiyordu, Vampir hariç, Vampir diye bir oyunu vardı bu mahallenin, deliler gibi koşuyor, iki mahalle, bazen üç, hatta inatlaşılırsa 4 mahalle ötede oyun içindeki elemanları kovalıyorsun kan ter içinde! Evine gidip yemek yiyip gelip devam edeni vardı! Allahın pisleriydi onlar, aynı kişiler saklambaç oyununda da bi eve uğrayıp ekmeğe salça sürüp çıkar gelirdi, lan nerden buldun oyun esnasında munakim onu öyle sen! Belli ki eve gitmiş bir boşluk anında aç herif! Evde de eminim "Ne bu yine kan ter içinde kalmışsın hasta olacaksın!" diye paparayı yemiştir annesinden  ama kadıncağız kıyamamış ekmek arasını da yapmıştır...

  Mahalle yeniydi, Yücel eskiydi, 12 yıllık kardeşliğimiz vardı. Yücel korurdu beni. Korudu da! Yücel cüsse bakımından benden zayıftı, sadece Yücel değil tüm mahalle yapıca benden daha zayıf ve kısaydı ama ben yeniydim ya hani şimdi birleşip ağzım ile kulağımı yer değiştirler, bu olmasın diye etliye sütlüye karışmazdım. Etli sütlü diyorum mahallede etli sütlü olabilecek herhangi bir şey yoktu yanlış anlamayın. Bir eli yağda, bir eli balda olan çocuklar değildik en nihayetinde. Futbol topu lükstü mesela, plastik topa 4-5 kat koli bantı sarıp onu futbol topu yapardık(Tamam itiraf ediyorum benim bir futbol topum vardı, gerçek bir futbol topuydu ama başına bir iş gelmesin diye hep evde oynardım, çıkarmazdım dışarı.). Nasıl mı korudu Yücel beni? Anlatayım: Beni top oynatmazlardı, Yücel'e gider, camdan "Yücel beni oynatmıyorlar lan!" derdim, kahvaltı masasından ağzında zeytin çekirdeği ile fırlayan Yücel "Kimmiş onlar!" deyip o önde ben arkada tarlaya doğru çıkardık, önce zeytin çekirdeğini ağzından çıkartırdı "Oğlum bakın bu çocuk da oynayacak!" derdi. Oynardım da. Sonra Yücel kahvaltısına dahil olmaya giderdi(Tahmin ediyorum tuzlulardan sonra tatlıya geçecek ve ekmeğin arasına kahverengi helva (cevizli yaz helvası diyorlarmış, sonradan öğrendim) basıp, kahvaltısını sonlandırıp birazdan o da gelecekti. Benim annem babam çalıştığından kahvaltıyı erken yapar sokağa fırlardım, Yücel'in? Bi dakka lan Yücel'in de anne babası çalışıyorlardı, nasıl olacak şimdi? Yücel geç kahvaltı yapmayı seviyordu diyelim.). Sağolsun Yücel'in çok iyiliğini gördüm. Yücel ile Muharrem kuzenlerdi ve güzel, kaliteli, lezzetli bir karşılaşma olacaksa bu ikisi mutlaka ayrı takımlarda olurlar ve adamları bunlar alırlardı. Yücel'in futbol zekası yüksekti, oynar, oynatırdı, Muharrem'in ise kişisel becerisi, tekniğine diyecek yoktu, kaliteli bir forvetti, kaleci ile başbaşayken atamadığı bir gol hatırlamıyorum, biraz daha ileri gider kaleciyi sürüm sürüm süründürür top ayağında, en son kaleci pes eder o da topu kale çizgisine taşır ve yerde duran topa eğilerek kafa vurarak bitirici vuruşunu yapardı. Zaten bir futbol karşılaşmasında böyle bir gol yeniyorsa, o takımın defansı muhtemelen gol atma sevdasına ileri çıkmış, tüm ümitleri tüketmiş demektir. Bitsindi artık maç! Hadi beyler babam geldi verin topu eve gidiyorum ben! 

  Yıllar sonra haber aldım Muharrem İddia'dan büyük paralar kaldırıyormuş, helali hoş olsun. Bizi de görürsün artık Muharrem bu yazıdan sonra?

Beni okudunuz teşekkürler.

Şimdi de UEFA Champions League official theme song diyelim 

https://www.youtube.com/watch?v=0Qqd6T_A9LY

20 Ekim 2015 Salı

Karanlık Korkusu

      Çocukluğumdan beri korkarım karanlıktan; hala da geçmek bilmedi o ense kökünde uçuşan kelebek hissi. Kimsin olum sen! Ne istiyorsun! Sigigit! 

       Şimdi bunun derinine inelim...

     Sobalı evlerde soba tek odada yanar, - hadi yaaa, demek bir odada yanar, biz beş odada birden yanar diye biliyorduk!- taam lan taam vurmayın, yazılarım önümüzdeki yüzyıla yayılacağı için bu gibi detayları geçmem gerekir, belki ileride çocuklar karanlık korkusunu yenecek ve yazılarım bilimsel bir araştırmanın kaynağ... kestik, ne diyordum diğer odalarda g*ötünüz donardı! Mutfaktan su almaya gideceksen veya tuvalete gidip geleceksen soba yanan oda var ya hani, onun kapısını kapalı tutman gerekiyor her daim! Öyle açık bırakayım, kuşlar gibi seke seke işimi göreyim geleyim, oh ne güzel memleket yok! Elin arkaya gidecek. O kapı ya kapanacak ya da ka-pa-tı-la-cak! Ondan sonrası mı? Ondan sonrası karanlık, yapayalnızlık, bilim-kurgu, aşk, nefret, ihtiras... Hele birde sobalı odadan çıkıp gideceğin bir diğer noktaya varana kadar ki ışığın düğmesi gezegenin öbür ucundaysa kendini uzay boşluğunda sanmıyor musun? (Sanıyorsunuz di mi? Yani bunu sanan bir tek ben değilim? He? Hı?) Uzay demişken ben annem ve babamı uzaylı sanırdım(Hadi ama hangimiz sanmazdık ki o dönem!). Sobalı odanın kapısını kapattığımda onlar uzaylı birer yaratığa dönüşüyor, işimi bitirip salona döneceğimde ise, kapı koluna dokunmamdan anlayıp babam için bıyıklı ve göbekli bir insana, annem için sıkma baş eşarp bağlayıp örgü ören bir kadına dönüşüyorlar olarak kurgulardım. Hatta bir tık daha ileri gidip kapı koluna dokunmamda saniyeler öncesini bilebiliyorlardı kesin o arada dönüşüyorlardı diye düşünürdüm. Zaman sonuçta görelilik kuramı diye bişey var ama ben bunu o yaşlarda nasıl kurgulardım bilmiyorum. Yıllar sonra bu sanrıdan kurtuldum ancak karanlık korkum devam etti... 

    Evden karanlıkta çıkıp işe gitmekten, eve karanlıkta dönmekten korkuyorum, öyle ense kökümde uçuşan kelebek hissi gibi değil bu kez ama işte korkuyorum, ulaşabileceğim bir düğme de yok gün aydınlansın ama aymıyor artık ve bahara kadar böyle olacak aymayacak.

   Karl Marx'ın da dediği gibi, bilemiyorum gerçekten demiş midir ama hayali bile güzel, üniversite yıllarımda devrimci bir arkadaştan duymuştum, "Günde 8 saat çalışıcaz, sonra çocuklarımız ile balık tutmaya gidicez." iyi güzel diyorsun da Karl'ım Marx'ım uzun süren metrobüs yolculuklarını nasıl yapıcaz? Beylikdüzü'nde oturan insanları ne yapıcaz asıl? 

     Bağlıyorum.

    Neyse ki doğalgaz bulundu, kombi icat oldu, radyatörler geliştirildi de artık oda kapıları ardına kadar açık, hiç bir çocuk anne babasını uzaylı sanmayacak, karanlıktan korkmayacak.

   

Şimdi buraya Umut Sarıkaya'nın en baba karikatürünü bırakıyorum, saatlerce bakıp detay üstüne detay, ayrıntı üstüne ayrıntı yakalayın.

16 Ekim 2015 Cuma

Gazi'li Olmak Ayrıcalıktır

  Sıcak bir yaz günüydü, öyle sıcaktı ki başa güneş geçer diye kimse tarlaya top oynamaya da çıkmıyordu...Öyle sıcaktı ki evde ağzımdan salyalar akıta akıta çekyatta uzanmış Tsubasa izliyordum ve esmiyordu! Tsubasa akıp gidiyordu ben terliyordum, durmuyordu Tsubasa ve her ne hikmetse saha da bitmiyordu. Ben bitmiştim! Bitsin bu yaz artık çok sıkıldım!

  Kapı çaldı, gelen postacıydı, elinde koca bir zarf vardı, o zamana kadar ne ben bir postacı görmüş, ne de adıma bir şeyler gelmiş olsundu "Posta Kutumuza". Posta kutusunu neden tırnak içine aldım di mi? Yoktu çünkü, bizde postacı getirdiği ne varsa (Bu o zamanlar genelde telefon faturası oluyordu, şimdilerde var mıdır, kalmış mıdır bilmiyorum) dış demir kapının altından sallardı gelişi güzel, biz de akşam apartmana girince tekmeyle isim yazılı tarafı görecek şekilde önümüze getirmeye çalışırdık, tekmeyle evet! Ve her nasıl oluyorduysa postacıyı da görmüyorduk hiç birimiz, şimdi postacıyı elindekileri kapının altından sallarken hayal edelim, o üniformalı adam eğiliyor filan, tahmin ediyorum kondisyonu da yoktur kan ter içinde eğilip, kan ter içinde doğruluyordur offlar puffflar içinde...gözünde canlandırınca da komik oluyor. Neyse ne diyordum? Heh Postacı. Dedi ki "Müjdemi isterim!" Lan pezemeng seni 18 yıllık ömrü hayatımda ilk kez görmüşüm nedir bu kaymak sıyırma telaşın! Hiç mi söylerken sıkılmaz, bozarmaz tek nefeste "MOJDOMO OSTOROM ABİ!" dersin. Asıl ben müjdemi isterim, ne lan o elindeki koca şey zıbış! Bütün bir sene üniversite sınavlarına çalış, arkadaşların Bakırköy, Taksim gezsin sen yok yaa evde olup 500 soru çözücem de(şaka lan şaka 500 soru neymiş anuna koyim) onları geri çevir, sınav stresini çek(Gerçi ben kazanacağımdan emindim de öhöm öhöm, sınavın ilk 10 dakikası titreyen ben değildim sanki munoko), sonuçlar açıklansın, tercih yap, kabulünü bekle, Postacı gelsin müjde istesin pis herif! "Bi dahaki sefere abi!" dedim gönderdim abiyi(Bakın abi diyorum hala saygımı yitirmedim) sanki her sene kazanıp kazanıp gitmiyormuşum gibi, zarfın üzerinden Ankara'dan geldiği anlaşılıyordu, harika dedim, elimde zarf yukarı çıktım hemen koşa koşa, ondan önce yerde yüzükoyun yatan zarfları tekmeledim belki bir ihtimal dönerler havada okurum kimeymiş diye, s*ittir ettim eve girdim. Zarfı açtım, tebrikler falan filan falön ve filön ... Gazi Üniversitesi...Gazi'li olmak ayrıcalıktır(Lan sen devlet üniversitesisin neyin ayrıcalığını yapıyor kime neyin reklamını yapıyorsun! Bakiim sitesine gireyim belki slogan değişmiştir...Google, Gazi edu, enter, Gazili Olmak Ayrıcalıktır, cık değişmemiş.)... Hemen dedim eş dost yakın haber edeyim. Kimleri aradım, ne dediler, ben onlara ne dedim hatırlamıyorum ama bir abimizin şunu dediğini çok iyi hatırlıyorum "Y*arrağı yedin!"

Öyle de oldu. 



Beni okudunuz teşekkürler.

Şimdi de Kaan Tangöze'den Taksim Meydanı diyelim

https://www.youtube.com/watch?v=IorJc5k8wUw

14 Ekim 2015 Çarşamba

Abi Ar-Ge Yok Türkiye'de Ya!

  Evet her güzel şey gibi bunu da beceremiyoruz, neyi mi? Hayata dair her güzel şeyi işte.
Serbest çağrışımlar ile bir dizi becerememeceleriMİZ.

  Sevinmeyi, beceremiyoruz mesela. Koy o silahı beline saçmalıyorsun!

  Sevmeyi beceremiyoruz sonra, senin için ölürüm! İn o köprüden aşağı gerizekalı sersem seni, gidiş geliş çift taraflı trafiğin altını üstüne getirdin millet evine çoluğuna çocuğuna kavuşacak! Bencil mi oldum? Ben mi bencil oldum şimdi? Asıl o bencil oldu be, ne diye atıyormuş kendini? Sevmiyormuş diye, yada onun onun sevdiği gibi sevmiyormuş diye. Peki.

  Sevmeyi beceremiyoruz sonra 2, öldürürüm seni! Hadiiii bu da ayrı bir boyut!

  Ayrılmayı, beceremiyoruz, seni vururum! Yavrum çocuğum evladım koy demedim mi ben sana o silahı beline! Hem bi dakka ya, nereden buluyorsunuz lan böyle peynir ekmek gibi silah bulmayı hemen? Hiç mi sağınızda solunuzda adam yok(iyi adam olarak düzeltelim) “Gel vazgeç, boşver.” desin en basitinden.

  Mezuniyet balolarını, doğru bildiniz beceremiyoruz, becermeyelim de zaten, sırıtıyor. Karşıyım mezuniyet balolarına, daha doğrusu mezuniyet balolarına değil, dışarıdan getirilip adettenmiş gibi yapılan ritüellere karşıyım. Tamam kepini at ama anaokulundan mezun olan çocuğun kepli fotoğrafı nedir lan gardaş? Sence de b*okunu çıkar mıyor muyuz biraz? Söylemeden edemiycem, tek taşa da karşıyım. Tek taş yüzük, cepten çıkartılır, evlenme teklif edilir... Canım o swarovski mi yoksa gerçek pırlanta mı? Baksana anlarsın sen! Bak bak, hadi anla! Anlarsın, çok anlarsın! Hmmm bu E, markiz kesim.(Bunları o göze takılan şeyi takmadan bilemezsin, olsa olsa atarsın, tutarsın.)

  Partilemeyi beceremiyoruz, bunu açmıycam daha fazla beceremiyoruz hepsi bu!

 Ulan biz üniversiteleri de beceremiyoruz, bir çok üniversite lisenin devamı gibi, adam mezun olur olmaz yüksek yapıyor, okumadan duramıyor! Bi dur ama di mi, bi piyasayı tanı, eksikleri gör, de ki ben şu alana yönelicem, yok, o, babacım anaokulundan mezun olurken takmışlar kepi, o taka taka gidecek, bi mezun olcak 35, e ne oldu? Gitti! Bitti!

 Hoşgörü, doğu yönüne  doğru 100 mil gittikten sonra, kuzeye 50 mil gidin orada konaklamak için bir motel göreceksiniz işte, anladın? Anlamadın. Amerikan filmlerindeki yön tarifini canlandırdım burada. Yok yani bizde hoşgörü, kalmadı güzel kardeşim kalmadı, sonunu dün akşamki milli maçtan hemen önce AnKARA’daki kaybettikleriMİZ( dikkat ettin, aferin, -MİZ’i büyük yazdım, demek onlardanım, helal sana, süpersin, kafanın içinde zehir var; zehir gibi çalışıyor, fakat emisyon değerlerin yüksek, anasını s*ikiyorsun ülkenin! ) için durulan saygı duruşunda  dibini sıyırdık.

  Futbol takımı tutmak, come ooone man! Hell no! Daha iki takımın taraftarları yanyana maç izleyemiyoruz, sene 2015 abi!

 Toplu taşım işini toplu halde beceremiyoruz, beceriyor muyuz? Canım sen akşam bi gelsene Zincirlikuyu’ya bişey göstericem sana. Uygulamalı!

 Siyaseti, onu zaten beceremiyoruz, geç! Hatta bırah bırah bırah!

 Övünmeyi, birazcık olsun beceremiyoruz, tamam bir Anglosakson değiliz(Google, Anglosakson enter) kendimizi öve öve bitiremeyelim ama bari biraz olsun becerebilelim be abi? Kendimizi tanımamız için fırsat olur, belki de o övdüğün kişi değilsindir hı? Türk’ler misafirferver insanlardır, çelik kapılarına 30’lu kilit sistemi yaparlar, okul duvarlarını cezaevine çeviririr dikenli teller ile çevirirler... Çok övünüyoruz çok!


 Daha çok beceremediğimiz şeyler var da, siz üşenirsiniz okumaya, ben üşenmem yazmaya. 

Abi Ar-Ge yok Türkiye'de ya!


12 Ekim 2015 Pazartesi

Baba Ben Şimdi

Ben şimdi bir oğul büyütücem baba;
Nasıl büyütücem?
Doğrulara yanlışlara göre mi büyütücem?
İyiye kötüye göre mi büyütücem?
Güçlüye zayıfa göre mi büyütücem?
Sevgiye nefrete göre mi büyütücem?
Savaşa barışa göre mi büyütücem?
Sağa sola göre mi büyütücem baba?
Baba ben şimdi bir oğul büyütücem ama ölmeyecek! Nasıl büyütücem baba?

Baba ben şimdi ne yapıcam?

6 Ekim 2015 Salı

Beyler! Fazla Akbili Olan Var Mı?

    Yazının başlığından da anlayacağınız üzere bu bir dram hikayesidir.

   Koca koca plazalarda çalışıyoruz(Hadi plaza olmasın han olsun, ama asansörü olan bir han olsun çünkü bu yazımda asansör insanları üzerine hicivler gerçekleştireceğim sağlı sollu) toplu taşıma ile gidip geliyoruz işlerimize, onca yol, onca telaş, onca itiş kakış, onca surat yormuyor da insanı plazaların asansörlerindeki birbirine "Merhaba(H si büyük, daha samim gelir)" dahi demeyen insanlar yoruyor, hem de fazlası ile yoruyor. Senin şekerli parfümün de midemi bulandırıyor tatlı kız, az sık şunu! Konu sen değilsin çekil kenara, belli ki taksi ile gelmişsin yine şıkır şıkırsın ama dedim ya konu sen değilsin bulaşmıycam sana bugün; ben bugün birbirine merhaba dahi demeyen baltalar ile uğraşıcam. N'olur ya, N'olur yani bir güler yüz, bir merhaba(Bazen merhabana geri dönüşü Aleyküm Selam olarak alıyorsun, o da ayrı bir çaba, dini yayacak pezemeng! Asansörde!) , bir afedersiniz, bir iyi günler, ne olur? Çok mu şey kaybedersiniz! Elbet bir gün bir yerde işiniz düşer, görürüm o zaman ben sizi... Hikaye başlıyor. Çayınızı, kahvenizi neyim bi tazeleyin gelin bak ne anlatıcam.

  Plaza asansörleri, kasvetin başkenti. Daracık alanda kimse ile göz göze gelmeme uğraşları, kimi yere bakar(Süpürgelik yapılabilir buralara), kimi tavana(Buraya kartonpiyer yapılsa fena olmaz hea?), kimi köşelere(Şöyle kıvrımlı bir kartonpiyer de burayı fena göstermez), kimi ışıklara(Söyleyim de patlak olan var değiştirsinler tüm dikkatimi dağıtıyor) kimi düğmelere(Ulan gideceğin kata bastın işte daha neyi gözlüyorsun pezemeng!) herkes ama herkes aman şunlarla göz göze gelmiyim düşüncesi ile bir nokta bulur ve ineceği kat gelene kadar oraya kilitlenir, artık o o değildir, o asansördür artık. Ulan az önce aynı otobüsteydik? Beraber indik aynı kapıdan, oflaya puflaya sallana sallana geçtik plaza turnikesinden, beraber bekledik asansörü, ben bastım gelsin diye düğmeye, otobüste de inmek için ben basmıştım düğmeye, şimdi ne oldu? Ne bu afra tafra? Bişey oldu sana asansöre binince, it herif! 

  Akşam oldu, eve dönüyoruz, otobüs durağındayız, it herif ve ben 3'er 5'er dakika aralıklar ile duraktayız, otobüsümüz geliyor, dı-rıım, akbili dokundurup geçiyorum, da-ra-ram! Yetersiz bakiye! İt herif yetersiz bakiye çıkıyor. Hadi şimdi gel benimle gözgöze ve "Fazla akbili olan var mı?" de, "FOZLO OKBOLO OLON VORMO?"mıymış, "Canım ben aylık kullanıyorum ya, öğrenci." sana elbet bir gün bir yerde işin düşer demiştim. Gördüm seni.

  Son olarak Allah hepimizi 0'dan binip 1. katta inen kasvetliden korusun. Bugün de hava baya kasvetli. 

Beni okudunuz. Teşekkürler.

Şimdi de  Radiohead'den Lucky diyelim
https://www.youtube.com/watch?v=tejkhFyjoGE


5 Ekim 2015 Pazartesi

Gol oldu. Goooooolllll!!!

   Fatih Terim’in o güzide sözü ile başlamak istiyorum bugün It’s the football That’s the football.

  “Beyler atan getirir!”. Dünyanın en sevdiğim futbol kuralı. Sırf bu kural için “Aman abi ben pas vereyim de benden çıksın, şimdi tarlaya aşşağı top gider zaten yorulmuşum bir de onun için koşturmayayım” felsefesi ile (Filozofluğum çocukluğumdan gelir ) futbol oynardım. Öyle ki sıkılırdım tarlada koşmaktan mahalle arasında bir evin iki pencere arasını kale yapar, sol ayak frikik çalışırdık bu bizim Mesut ile. Ama bu yazımda Mesut’u övmiycem, bu yazımda futbolu, golü ve onun aşkını övücem.
“Futbol güzel bir olgu” der babam, tamam “olgu” demez onun yerine “şey” der ama bence olgu demek istiyordur. Hayatta her şeyi futbol ile anlatabilir, böyle bir yeteneği var. Canın mı sıkkın? Nasılsın? Topu ayağının altından ıskalayan kaleci gibiyim, mesela(Volkan, Volkan, ne yaptın Volkan, Volkan ne yaptın? Volkan ne yaptın? Ah Volkan Ah, zeminin azizliğine uğruyor, üç oldu) . Keyifli misin? Nasılsın? 90+’da gelen galibiyet golü gibiyim(Dönen top Fernandes, tek top Niang, Olcay’dan destek var, Niang, Olcay, Olcay karşı karşıya ve gooooo!!!l  Olcay Şahan, Beşiktaş 3 – 2 öne geçiyor 90+3. Dakika) Nötr müsün? Nasılsın? Taç kullanıyorum(Sabri, taç kullanıyor). Sinirli misin? Nasılsın? Penaltısı verilmeyen Burak Yılmaz gibiyim. Hırçın mısın? Nasılsın? Yılmaz Vural gibiyim...gibi gibi gibi bunlar çoğaltılır. Hayatın her alanına monte edebilirsiniz bu futbol betimlemelerini. Misal gelin bugün Pazartesi’ni ele alalım. Nasılsınız? Sabri Sarıoğlu’nun ortaları gibiyim. Hadi şimdi sıra sizde.


“Gol oldu. Goooooolllllll!” Bak bak şu harflerin yan yana gelişine, nizamına bi bak! “Müjde timörünüz iyi huylu çıktı.”dan sonra gelen dünyanın en güzel cümlesidir. Dünyanın neresinde olursanız olun aynı sevinç, aynı coşku, aynı heyecan(tabi golü atan takım senin takımın ise) tersi de aynı şekilde, yani gol yediğinde, ayrı uçta berbat, b*oktan, leş bir şeydir ama ben bu yazımda daha çok kendi attığımız golleri ele almak istiyorum. Çünkü ötekisi öak, kaka, cıs, yenmez! Gerek tutulan profesyonel futbol  takımı olsun, gerek mahalle arasında oynanan olsun, gerek Afrika’da çıplak ayakları ile toprakta oynanıyor olsun,  gerekse bir oyun konsolunda seçilen takım olsun, ve gerekseeeee yenilmesini istediğiniz tuttuğunuz takım olsun(Bu tanım tamamen bana aittir, nedir bu tanım? İzin verin size kendimden bahsedeyim, övünmek gibi olmasın Galatasaray’lıyım, biz Galatasaray’lılar iki takım tutarız, biri yenmesini istediğimiz tuttuğumuz takım, yani Galatasaray, bir diğeri yenilmesini istediğimiz, yenilmese de berabere bari kalsa dediğimiz tuttuğumuz takım, yani Fenerbahçe. – Kısa bir diyalog “Alo baba Galatasaray yeniyor, harika, Fener ne yaptı bu hafta? Eskişehir’le oynayacak, Eskişehir’den b*ok puan çıkartır, nihahaha” diyalog bitti. Tahmin ediyorum Fenerbahçe için de aynı şeyler geçerlidir. Yani onlar da iki takım tutuyordur. Özetle, doğada her şey bir zıttı ile var, Fenerbahçe Galatasaray ile, Galatasaray Fenerbahçe ile var. Bu da böyle bir tanımımdır) nasıl ve hangi şekilde oluyorsa olsun gol goldür ve içinde derin okyanusları barındırır. Bir de “Beyler doğru gol değil boru!” vardır ki, buna başka bir yazımda değineceğim. Unutmadan, evet bu hafta top Podolski'nin eline çarptı. Şimdi de dünyanın en güzel golüne bir bakalım...

Beni okudunuz teşekkürler.

UEFA Champions League official theme song enter

https://www.youtube.com/watch?v=0Qqd6T_A9LY


1 Ekim 2015 Perşembe

Börekçiler Böreği

  Güne bir börekçide başlayacaksın, tezgahında yarısı tükenmiş Su Böreği, peynirli, kıymalı, patatesli Kol Börekleri, üstüste yığılmış iki koca Kürt Böreği ve etraflarına poğaça tanecikleri serpiştirilmiş olan bir börekçide, yarı uyuklamalı "Bi porsiyon Kürt Böreği!" diyebileceksin mesela, şekerli olacak evet, kenarları olmazsa mutluluktan çıldırır seni öpebilirim bile, şekeri bol olsun lütfen, her çatalda biraz daha uyanacaksın, sen olacaksın, mutlu kalacaksın, az daha pudra şekeri?. Abi mümkünse pudra şekerini masaya alabilir miyim, kalsın o burda, canım benim. Çayı şekersiz içeceksin ama böreği pudralayıp pudralayıp yiyeceksin. He çay demişken onu da ince bellide değil, fincanda da değil, su bardağında içeceksin ve son yudumu böreğin sonuna ayırıp birlikte indirdikten sonra mideye bardağın dibini masaya vuracaksın sertçe ve "Hesap!" diye bağırac.., dur lan o sahne burda değildi, kasaya gidip "Nedir günahımız aaaabi?" diyeceksin ve güne öyle devam edeceksin. Güne bir börekçide başlayacaksın, pastanede değil!

  Neden bunları yazıyorum, yazın bir anda bitmesi, sonbaharın ise metrobüste boş koltuk görmüş gibi koşarak gelmesinden kaynaklı bedemizde olacak olan ufak değişimleri, özütü ile mevsim geçişine ayak uydurabilmek için bunları yazıyorum. Soğukların gelmesi ile bedenimiz üşümemek için yağlanmak isteyecektir, peki bu yağlanmayı en güzel şekilde nasıl sağlarız? Tabi ki börekle! Bu sayede hem bedenimize ihtiyacı olan karbonhidratı sağlamış olucaz, hemde güne börekle başlamış olacağız. Kesmezse peşine bir de poğaça gömeceksin. Allahım düşüncesi bile süper! 

Bunun için bir de şiirim var sizler için, Nazım'ın Masallar Masalı adlı şiirinden uyarlama.
Tadını çıkarın, böreğin ve bir de şiirin. Böreğin de şiiri mi olurmuş demeyin! Yazdım oldu!

Börekçiler Böreği

Börekçide oturmuşuz,
Liselilerle ben.
Börekle yüzümüz gülüyor
Liselilerle benim
Böreğin sıcaklığı vuruyor bize,
Liselilerle bana

Börekçide oturmuşuz,
Liselilerle ben, bir de börek
Börekle yüzümüz gülüyor
Liselilerle benim, bir de böreğin
Böreğin sıcaklığı vuruyor bize,
Liselilerle bana, bir de böreğe

Börekçide oturmuşuz,
Liseliler, ben, börek ve bir de çay
Börekle yüzümüz gülüyor
Liselilerin, benim, böreğin ve bir de çayın
Böreğin sıcaklığı vuruyor bize,
Liselilere, bana, böreğe ve bir de çaya

Börekçide oturmuşuz,
Liseliler, ben, börek, çay ve bir de hesap
Hesapla yüzümüz asılıyor
Liselilerin, benim, böreğin, çayın ve bir de hesabın
Böreğin sıcaklığı da kalmadı
Liselilere, bana, böreğe, çaya ve bir de hesaba

Börekçide oturmuşuz
Önce hesap gidecek,
Kaybolacak POS’da sureti
Sonra ben gideceğim,
Kalmayacak cepte beş kuruş
Sonra börek gidecek
Kalmayacak tabakta bir gıdım
Sonra çay gidecek
Kalmayacak bardakta bir damla
Sonra liseliler tuvalete gidecek
Kalmayacak gözyaşı gözlerde
Börekçi kalacak
Sonra akşam olacak o da kapanacak

Börekçide oturmuşuz
Börek sıcak
Çay demli
Ben börek gömüyorum
Liseliler ağlıyor
Hesap çok kabarık
Çok şükür yaşıyoruz.

Son olarak güne börekçide başlayacaksın, pastanede değil, cafede de değil!