Kahramanımız o sabah uyandığında...
Bir dakika...
Hikayemizde iki adet kahraman bulunmaktadır. Bunlardan biri hikayesi iyi biten kahraman, diğeri ise hikayesi kötü biten kahraman ve kavramlar karışmasın diye şimdiden belirtmekte fayda görüyorum, hikayemiz kesinlikle iyi ile kötünün savaşımı şeklinde olmayacaktır. Bu hikayede iyi olan bir tek şey vardır o da tabii ki GOL. Bunu da zaten başlıktan anlamanız gerekirdi.
Şehrin içinde tarlalarda top oynayan, ben dahil, şanslı çocuklardandık. Bir cennet çizin deselerdi bundan daha iyisini çizemezdik. Mahallemizdeki bütün sokakların başları THE TARLA'ya çıkardı. Hal böyle olunca bütün çocuklar akın ederdi THE TARLA'ya; bazen bir kahvaltının ardından, bazen okuldan eve gelip ayakkapları çıkartmadan daha çantayı kapıdan içeri atıp, bazen ödevleri bitirdikten hemen sonra... Tarla, ne harika bir kelimeydi.
Hikayesi kötü biten kahramanımız o sabah güzel uyanamamıştı, güzel uyuyamamıştı ki nasıl güzel uyansın odaları küçücük, giriş altı ama bodrum katı değil bir evde! Yaz nasıl sıcaktı! Yastık, üst, baş ter içindeydi belki de. Hafif de kiloluydu o zamanlar(şimdilerde yağız bir delikanlı)... Bir ağabeyi var.
Hikayesi iyi biten kahramanımız o sabah güzel uyanmıştı çünkü güzel uyumuştu ki güzel uyandı. Yaz nasıl sıcaktı! Fark etmezdi, evleri kattaydı, odası basıktı belki ama penceresi hep açıktı, cereyan yapa yapa, püfür püfür uyumuştu. Bir kardeşi var.
Bir takım oluşturacak mahalledeki hemen her çocuk günün her saati, yaz kış pek farketmeksizin tarlada top oynama potansiyeline sahiptir. Ancak aklı başındalar grubu(bunların başına o güne kadar en az iki kez öğlen sıcağında top oynadıkları için güneş geçtiğinden aklı başındalar denilmektedir) öğleden sonrasını, güneşin tepeden aşağı inme zamanını beklerlerdi evlerinde.
Ben bu hikayede hikayesi kötü biten arkadaşı pek iyi tanımıyorum, meraba merabam vardır ama evini içini bilmem. Fakat hikayesi iyi biteni çok iyi tanıyorum. Hem de herkeslerden çok. Bu sebeple hikayesi kötü biten arkadaşın maç saatine kadar neler yaptığını nasıl beslendiğini asla bilemiycez. Ben size hikayesi iyi biten arkadaşımı anlatayım; bakalım maç saatine kadar neler yapmış. Bi kere beklerken kesin soğuk bir çorbanın yanına bir domates söğüş, yanına biraz söğüş soğan kesmiştir, tuzu, biberi de vardır, ayranı da peşine dayadı mıydı ki ayran köyden ithal gelirdi, organik, asiditesi yüksek, enerjisini fullemiştir. Hikayesinin kötü bitmesi imkansızdır...
Güneş tepeden inmeye başladı, hafif akşam serinliği, futbol için zemin hazır, atmosfer Galatasaray'ın UEFA kupasını aldığı gün gibi... Futbolcular -canım çocukluğum benim, kimse eşofmanla tarlaya top oynamaya gelmezdi, kot pantalonla top oynardık, muhtemelen okul ayakkabıları ile top oynanan ayakkabılarımız da aynıydı...- hazırdı. Abi kardeş herkes tarladaydı. Adam seçiminin ardından dolan kontenjandan arta kalanlar başka bir takım oluşturup başka bir maç yapmak üzere ikinci kümeye, yani tarlanın eğimi yüksek olan yan alanına...
Hadi artık maç başlasın minik kalpler. 10'da devre, 20'de biter.
Bir rivayete göre derler ki Mesut'un (hikayesi iyi biten arkadaş işte bu arkadaş) pas verdiği çocuklar hayatlarının geri kalan dönemlerinde bir daha asla öyle paslar alamazlar ve eğer şayet o pası gole çeviremeyip de pozisyonu harcadıysanız bir daha onun sokağından geçmeyin. Balkondan kafanıza tükürür!
Maç başladı!
Gooooool!!!!
Skor 19-19, kıran kırana bir maç.
Kaleci defans arkadaşı ile paslaşarak oyunu başlattı - tarla maçlarında santra başta ve devre arasında olurdu, her golden sonra santra olsa ohoooo- defans ileride basan rakibi karşısında topu hemen ayağından çıkartıp bir başka takım arkadaşına pas verdi, fakat rakip takım geriden gelmenin hırsını taşıyordu rahat hareket etme şansı vermiyordu, geride bir kaç pasın ardından, top daha orta sahaya gelememişken, Mesut kendini gösterdi, gerek adam adama oynayan rakip oyuncudan kurtulup boşa çıkarak gerekse defans arkadaşını rahatlatmak için pas istedi vücudu ile, sol kanat taç çizgisi yakınında pası aldı, döndü, orta sahaya paralel bir çalım attı, topu hafif önüne açtı... Hikayenin bu kısmında Cemil giriyor devreye, Mesut'un kardeşi, hikayemizi dilden dile seneler boyu anlatacak olan arkadaş, Cemil abisinin ilk çalımının ardından sağ kanat üzerinde ileri doğru ok gibi fırlıyor ama bu koşu boşunadır, Mesut saniyenin onda biri zaman dilimi içerisinde kafasını kaldırıyor, kaleye bakıyor, kaleciye bakıyor dönüyor topa bakıyor... orta sahanın az gerisinden, topa öyle bir vuruş vuruyor ki burada hikayesi iyi biten ve kötü bitenlerin hikayesi başlıyor ve bitiyor. "GOOOL!"dür artık. Mesut rakip takım kalecisi Kayhan'ı kötü avlamıştır. Tarla maçlarında üst direk yoktur, aut ya da gol vardır, hayalidir yani üst direk ve kalecinin boyuna göre göz kararı belirlenir. Her şey makul olmalıdır ve bu da makul olmuştur.
Mesut omuzlardadır, Kayhan ağlamamak için iki eli ile gözlerini bastırarak dizlerinin üzerine çökmüştür.
Hikayesi iyi biten kahramanımız Mesut bu hikayeyi seneler boyu anlatır ve dahi kardeşi Cemil'e anlattırır.
Hikayesi kötü biten kahramanımız Kayhan ise sorulduğunda bu hikayeyi hatırlamaz "Ama" der ve ekler "Mesut o dönemler iyi top oynuyordu." gülümser.
Beni okudunuz, teşekkürler.
He, burada kimse bişey kazanmadı ya da bişey kaybetmedi, ertesi gün herkes normal sıradan hayatına devam etti, sadece dilden dile anlatılan bu hikayenin yazılı olarak kayıtlara geçmesi için sevgili dostum Mesut Demirel ve kardeşi Cemil Demirel için kaleme aldım.(Belki de bir daha anlatmamaları üzerine kaleme aldım kim bilebilir? Yeter lan! Konu ne zaman çocukluğa gitse bu gol! Şaka şaka. Bok şaka. Valla şaka.)
Bi dakka lan! Biz bişey kaybettik! Tarlayı kaybettik! Caaaanım tarla gitti. Önce imara açıldı arsa oldu, sonra da parsel parsel satıldı. Şimdilerde yerinde Mehmet Akif Ersoy Hastanesi var!
Beni iki kere okudunuz, teşekkürler.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder